BLOGDA ARAYINIZ

BUGÜNKÜ İZLENME

6 Ağustos 2011 Cumartesi

ÇANKAYA KAMUSAL ALAN MIDIR, KAMUSAL ALANSA TÜRBANLA KÖŞKTE BULUNMAK YASALARA UYGUN MUDUR ?


AKP İKTİDARINCA, UNUTTURULAN, “TÜRBAN VE KAMUSAL ALAN” BU ALANI DOLDURAN LİBOŞ LAİKLİK

Prof. Dr.Öner SAMANLI


AKP İktidarınca, unutturulanlardan birisi de, “Türban ve Kamusal Alan” dır.

Anayasaların temel amacı uygulandığı toplumunda özgürlüklerin ve hakların teminat altında tutulması gerektiği değil midir ?

Bu haklar kişilerin hakları olduğu gibi, devletinde haklarıdır.

Türkiye 12 Nisan 2007 tarihine kadar ve sonrasında hep  şöyle bir tartışma içerisindedir…

2007’li yıllarda, 11. Cumhurbaşkanlığının muhtemel adayı olan Abdullah Gül, geçmişiyle Milli Selamet Partisi’nin, Necmettin Erbakan hizmetkarı siyasi misyon okullarında eğitim ve öğretim almış kişiliğiyle bilinmekteydi.

Üstelik eşi Hayrunnisa hanım da türbanıyla geçen dönemlerde, dış işleri bakanlıklarında bulunan eşinin yanında daima yer alarak  bilinen görüntü ve endamıyla yer almıştı.

Çankaya Köşkünün muhtemel 11. Cumhurbaşkanı adayı, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve  Eşinden sonra farklı bir imajı bulunan bu çifti kabul edebilecek miydi?

Siyaseten ve iktidar olarak yönetimde güçlü olarak Türkiye siyasetinde yer alan AKP’nin desteklediği bu adayı, Türk halkı, %47 lik oy ile iktidara gelinmişte olsa, kabullenmek zorunda kalacaktı.

Çünkü dönemin güçlü AKP iktidarı, sanki bulutlu ve sisli havaları severek bu havaların gece karanlığında yola çıkmakta ve kimseye görünmeden de hedefine varmakta idi.

Türkiye’yi sarmalına alan, bu bulutlu ve sisli hava, Cumhuriyet ve Laikliğin temel teminatı olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin nöbetteki askerlerinin bile önlerini karartmış ve asker bu durumu çakozlayamamakta ve tabiri caiz ise uyumakta idi.

Sadece asker değil, tüm millet uyumakta idi.

Oysa uyumamakta kararlı olanlar ise, % 47’nin de verdiği heyecan ve kararlılıkla, 12 Nisan 2007 tarihinde, yüksek rakımlı Çankaya Köşkünü ele geçirmişlerdi.

Kamusal alan sadece sivil toplum örgütleri ve birkaç hukukçu ve aydın tarafından sorgulanmaya devam ede dursun, diğer taraftan toplumun kimi kesimleri ila günlük gazetelere sağlanan menfaatlerle, satılmış kalemlere anti laik haberler yaptırılarak, muhtelif tartışma ortamları yaratılmaktaydı.

Örneğin; Laiklik kamusal alanda dinsel ifadelere yer olmamasıysa, vergilerle finanse edilen Diyanet İşleri Başkanlığı, camiler, din adamları, İmam-Hatipler, zorunlu din dersleri laiklikle bağdaşmakta mıydı?

Demokratik ülkede devlet, vatandaşının giyimine karışabilir miydi ?

27 Kasım 2002 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Bülent Arınç'ın, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve eşini uğurlama törenine türbanlı eşiyle birlikte katılması tartışmalara yol açmıştı.

Eski TBMM Başkanlarından,  Ömer İzgi ve Mustafa Kalemli bunun devlet protokolünün bir gereği olduğunu söylemişdiler.

Ancak buna karşılık "Anayasa Mahkemesi çevreleri"nden "yerleşik içtihatlar ışığında kamusal alanda, yani devlet dairelerinde, üniversitelerde, kamu kurum ve kuruluşları ile resmi uğurlama törenlerinde türban giyilmesinin" laiklik ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştü.

Sahi gerçekten bir kamusal alan var mıydı yoksa kamusal bir alan mı yaratılmaktaydı..

Sanki köylünün, hazine arazisini işgal etmiş olmasının yahut da etmemiş olmasının tartışılması gibi bir şeyler gibiydi.

Önemsenmeyecek kadar önemsiz gibi…

Özellikle sözde aydın geçinen  Türk sol ve orta solcuları bir süre bu hususlarda ahkam kesecekler ve sonrasında kesinlikle sessiz kalacaklardı.

Güçlenen AKP, diğer taraftan ABD desteğindeki yol alışını kararlılıkla sürdürürken, kamusal alan tartışmalarının muhatabı, Çankaya Köşkünde, Hayrunnisa hanım, her gün başka bir renk kostümüne uygun olarak zerafeten türbanlı görseli ile gazetelerde resimleniyordu.

"Kamusal alan"ın tanımlanması yahut da anlamı nasıl olabilirdi?

Öncelikle,  "kamusal alan" kavramını açıklığa kavuşturmakta yarar vardır.

Siyaset bilimi literatüründe "kamusal alan" kavramı, ilgilendiğimiz bağlamda, esas olarak iki anlamda kullanılmaktadır. Yani buradan hareketle özlü bir şekilde tanımlarsak:

(1) Vergilerle finanse edilen kurumlar (mahkemeler, polis, ordu, vs.), yani devlet ve çalışmaları kamusal alana girer. Yurttaşların kendi çıkarlarını korumak amacıyla, kendi mali kaynaklarıyla oluşturdukları, devletten bağımsız - gönüllü kuruluşlar (aile, şirket, sendika, dernek, vakıf, vs.) ve işleri özel alana dahildir.

(2) Kamusal / özel alan ayrımı "siyasi" olan ile "kişisel" olanı, yani siyasetin - devletin karıştığı alanla karışamadığı alanı ayırmak için de kullanılır. Liberaller (ve liberal demokratik rejimler) açısından bireyin temel hak ve özgürlükleri siyasetin - devletin müdahale edemeyeceği özel alana girer.

Kamusal alanın sınırları nasıl belirlenebilecektir?

Laiklik eğer kamusal alanda dinsel ifadelere yer olmaması anlamına geliyorsa, Türkiye'de öncelikle sorulması gereken soru şudur:

Vergilerle finanse edilen Diyanet İşleri Başkanlığı, camiler, din adamları, İmam - Hatip okulları, zorunlu din dersleri, vs. laiklikle nasıl örtüşebilmektedir?

Ayrıca bir başka soru da şudur:

Demokratik bir ülkede devlet, vatandaşların temel hak ve özgürlükleri alanına giren, nasıl giyinip kuşanacaklarına dair tercihlerine nasıl karışabilir?

Eğer Anayasa Mahkemesi "kamusal alan" yorumunda tutarlı olacaksa, yani devletin olduğu her alan "kamusal" sayılacaksa, türban yasağının devlet eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlerinden yararlanan kimselere, cezaevlerinde yatanlara, mahkemelerde yargılananlara, vs. de uygulanması gerekmez mi?

Buna karşılık, söz konusu yasağın (devlete ait olmadıklarına göre) vakıf üniversitelerinde uygulanmaması gerekmez mi?

Kamusal alan - özel / kişisel alan ayrımının inceliklerini ve özel olarak Türkiye pratiğinde taşıdığı güçlükleri, yani "geçerli bütün faktörleri" dikkate alarak kamusal alanda dinsel ifade sorunu olarak türban sorununu nasıl aşabileceğimize dair bir çözüm önerisi yıllardır savunuluyor.

O çözüm de şudur: Devlet hizmetlerini yürüten kamu görevlileri, laiklik inançlar karşısında tarafsız olmalarını gerektirdiği için, dinsel anlam taşıyan hiç bir ifade, işaret kullanamazlar; buna türban da dahildir.

Buna karşılık devlet hizmetlerinden yararlananlara (bu bağlamda kamu üniversiteleri öğrencilerine) ve kamu görevlisi olmayıp sadece kamuya ait alanlarda bulunan kimselere türban yasağı uygulanmaz.

Böylelikle de sorun biter.

Laiklik politikaları da liberalleşmeli midir?

Türkiye demokrasisini gözden geçirdiği gibi laiklik politikalarını da gözden geçirmelidir.

Tabi ki bu  politikaların adresi de, şu andaki iktidar olmakla birlikte, bu iktidarın yanlı olması nedeniyle, iktidar ve muhalefet kararlı birlikteliği doğru adres olarak görülebilir.

Laikliği nasıl liberalleştirebiliriz, liberalleştirelim derken, Liboş bir laikliği ortaya koyar mıyız?

Büyük bir olasılıkla evet, kısmen de hayır!

Devletin finanse ettiği Diyanet İşleri Başkanlığı, camiler, din adamları, İmam - Hatip okulları, zorunlu din dersleri, üniversitelerde türban yasağı, vs. üzerine kurulu "alaturka laiklik" politikaları, laiklik olmadığı gibi laikliğe hizmet de etmemektedir.

Bu ülkede bir milletvekili TBMM (binasına değil) genel kuruluna girdi diye koca bir siyasi parti kapatılmıştır.

Tabi ki bu gibi somutlaşan yanlış kararların uygulanması sonrasında da halkın dinsel duyguları laiklik ile taban tabana ters ve örtüşmez bir düşmanlığı da beraberinde getirmiştir.

Kesinlikle, laiklik olmadan demokrasinin işlevselliğinden ve işlerliğinden söz etmemiz olası değildir.

Ama tek başına laiklik demokrasi demek olmadığı gibi, laiklik sadece yürürlükteki kanunların laik nitelikte olmasından ibaret de değildir.

Laiklik devletin inançlar karşısında tarafsızlığı, inanmamayı da  kapsayan inanç özgürlüğü demektir.

İslam ülkelerinin laiklik modelini ortaya koyabilecek tüm potansiyele sahip olan tek ülke de, Türkiye'dir.

Türkiye önce kendisine sonrasında da dünyada ki İslam ülkelerine demokrasi ve laiklik alanında net bir rotayı gösterebilmelidir.

Bunun da sağlıklı olarak ortaya konulabilmesinin olmazsa olmazı,  dünün %47 ile bugünün ise; %51 ile iktidarında bulunan AKP’sinin muhalefet ile  uzlaşılı bir kararlılıkta ve ortak kararlarda buluşarak laikliği, liboş laiklikten uzakta tutarak, Atatürk İlkeleri arasındaki gibi, sağlıklı anlam ve önemine çağdaş dünya düzeni ışığında kavuşturabilmelidir.

Sonuç mu; şu andaki mevcut duruma göre, yüksek rakımda bulunan, Çankaya kesinlikle ve kesinlikle kamusal alandadır.

Kamusal alanda türban yasaktır.

Ancak ileri demokrasiden söz edilse de hukuk şu andaki işlerliğiyle guguk olduğundan, herkes bunu önemsemez, umursamaz  olmuştur.

Daha da ötesi, askeri, sivili, hukukçusu gazetecisi, sokaktaki evdeki, çarşıdaki pazardaki vatandaşı “mevzuu bahissimizi” unutmuştur.

AKP’yi alkışlıyoruz, Laikliği millete unutturmuştur.


Dipnot: Prof.Dr. Öner Samanlı’nın, 1996-2011 yılları arasındaki laiklik üzerine makalelerinden yeni bir düzenlemesi. 06.08.2011 Ankara

Prof.Dr. Öner Samanlı’nın diğer yazı ve makalelerini, aşağıdaki linkli adreslerden okuyabilirsiniz.















Hiç yorum yok: